arkınçelik
ifade tasarımı
web PEN WHITE.png

yazılar

çok sevdiğim bir arkadaşım Murat İpek'ten alıntı ile 

"merak etmeyin ben yazarım"

...arkındalık V1.0

Yıllar önce Power FM’deki mesai arkadaşlarımdan birinin elinde Osho’nun bir kitabını gördüm. Elinde tuttuğu kitabın kapağında, tam başparmağının altına gelen ilk harfi eksik başlık “...arkındalık” diyordu... Yıllar sonra “Farkın” adında bir albüm yaptım... Yıllar geçtikçe ilgi alanlarım gelişti, değişti ama hepsinde ortak noktalar buldum. Hayatımın hangi alanında olursa olsun fark yaratan en önemli noktanın çok çalışmak değil akıllı çalışmak oldğunu gördüm. Genelin farkında olan insan, Amerikalı’ların deyimiyle büyük resmi görebiliyor ve detaylarda kaybolmadan çok daha doğru değerlendirmeler yapabiliyor. Bazen daha iyi görebilmek için uzaklaşmak, hatta gözleri kapatmak bile gerekebilir. Faithless’in Reverence albümünden, Maxi Jazz’den alıntıyla “Görmek için göze değil, görüşe ihtiyaç var...” Bizim atalarımızın yorumu ise bakmak ile görmenin farkını vurguluyor, “gönül gözü”nden söz ediyor. Bu kadar hızlı yaşanan hayatlarımızı içinde düşünmek için durmak büyük bir lüks, hatta bazen bir fedakarlık ancak düşünmek için durmak da gerekmiyor. “İnsanın en büyük yanılgısı kontrolün kendisinde olduğunu hissetmesidir.” diyor bir başka düşünür. Madem dizginler bizde değil o zaman nereye gittiğimizi bilmek ne kazandırır? Tek yanıtı var; keyif...

İyimser de kötümser de sonunda ölür ama birinin yolculuğu en azından iyi geçmiştir. Karşınızdaki insanın size olan tepkisi çok büyük oranda sizin kendinize olan tavrınızın bir yansımasıdır. Bu ifade ilk okuduğunuzda çok anlamsız gelebilir. “Nasıl olur da apayrı bir birey beni tanımadan bana karşı, bilinçaltımın kendime yaklaşımını sergileyebilir?” sorusu ancak yüzeysel geçerliliği olan bir savunma. Deneyin, içtenlikle iyi olduğunuzda çevrenizdeki herkes size iyi davranacak ama içtenliğiniz samimi değilse bunu fark edemeyeceksiniz. Başarının en zor yanı sizin için mutlu olacak birilerini bulmaktır, gerçek dost sizi başarılarınıza rağmen seven insandır. Bütün duygusallığı ile bu insan tipi asıl nesnel yaklaşımı sergiler. Sevmek kadar öznel, duygusal bir durumda nasıl nesnel olunur? Orası da yine zıtların birliğine çıkıyor; daha iyi kavramak için uzaklaşmak gibi, daha yaratıcı olmak için sınırları belirlemek gibi...

İnsan algısı için çok uzun sayılabilecek bir süre diyalektik materyalizmi ikili ayrıklık olarak kavramaya çalışmam da bunun en iyi örneğidir herhalde. Oysa zıt kutuplardan birinde sabitken değil ikisinin arasında devinim ve sürekli değişim halindeyken enerji varlığını sürdürebiliyor bunu zaten kanıksamış olduğumuz için denklemlere dahil etmeyi atlıyoruz. Farkındalık, alışkanlık nedeniyle Gestalt algısına bürünen ve sadeleşmeyi körleşme olarak yorumlayan beynimizin bu gibi detayların arasında kaybolmasına engel olan ilk ve önemi nedeniyle belki de tek savunma mekanizması. Farkındalık, varlık bilincimiz belki de var olan tek şey gerisi sadece bir modelleme ürünü, simülasyondan ibaret. Sorular daha çok soru doğururken yine aynı yere geliyoruz; ya soru sormayı bırakıp Adorno’nun iddiasını doğrulayacak ve cehaletimizle mutlu olacağız, ya da kafamızın almadığı şeyleri irdelemeye devam edip huzursuz. Peki bütün bunların radyo ile alakası?

Fark yaratmanın sadece sesinizle mümkün olduğu bir mecrada sessizlik de bazen yüksek ses kadar dikkat çekici olabilir. Her reklamda bir öncekinden daha fazla bağıran biri, her şarkıda bir öncekinin aynısı yapı, her anonsta zaten yıllardır yapılan ve alışılageldiği için sorgulanmayan bir tarzı sürdürmek hem daha kolay hem daha güvenli. Mutlak sınırları keşfe çıktığında, dünyanın aslında bir sonu olmadığı ve kenarından düşülmeyeceğini öğrenen insanın yaşadığı hayal kırıklığı kısır döngüye de yol açtı; var olanı daha iyi kavrayabilmek için daha derine ve daha uzağa gitme isteğine de... Önce sadece dört ana yönde ilerledik sonra iki boyutlu algımızı yükseklik ile üç, zaman ile dört boyutlu hale getirdik, izafiyeti ortaya koyduk, çürüttük, kuantum’a kadar geldik. Bu kadar bilgi yığılması olmuşken kullanmamak yazık değil mi? Anlaşılma kaygısı güden insanın mutlak sonu anlaşılmamak hatta daha da kötüsü yanlış anlaşılmak olacaktır, deneyimle sabit. Peki kaygı anlaşılmak olmadan nasıl iletişim kuracağız? Alegorik sistemler içinde, herkesin bildiği benzetmeler ve işaretlerle, bilmedikleri hikayeler anlatarak... Sadece bir kişi bile kafasını kaldırıp ya da içine döndürüp kendini esir ettiği zihinsel zincirlerini kırabilirse büyük bir zafer kazanılmış sayarım!

birşey anladınız mı?      

Arkın Çelik